21 Ekim, 2010

PUŞTLUĞUN KİTABINI YAZAN PİZZARO ÖLMEDİ


16 Kasım 1532’de Peru’nun bir dağ kasabası olan Cajamarca’da İnka imparatoru Atahualpa ile İspanyol "fatih" Francisco Pizzaro karşılaştılar.
Atahualpa, Yeni Dünya’nın en büyük, en ileri devletinin hükümdarıydı, kendi imparatorluğunun tam ortasında durmuş Pizzaro’yu bekliyordu. Ordusunda 80.000 asker vardı Öteki yerlilerle yapmış olduğu bir savaşı daha yeni kazanmıştı.
Pizzaro ise Avrupa’daki en güçlü devletin hükümdarı, Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ı (ya da İspanya Kralı I. Carlos) temsil ediyordu. İspanyol kuvvetlerinin tümüyle bağlantısı kopmuştu ve aralarında iki kardeşinin de bulunduğu 168 adamı vardı yalnızca.
Güçleri arasındaki bütün bu eşitsizliğe karşın, Pizzaro karşılaşmalarını izleyen ve kısa süren bir çatışmanın ardından Atahualpa’yı esir aldı ve 7000 civarında adamını öldürdü. İnkalar Atahualpa’ya Güneş Tanrısı olarak tapıyorlar, esirken verdiği emirleri bile yerine getiriyorlardı. Pizzaro, Atahualpa’yı sekiz ay boyunca elinde tuttu ve onu serbest bırakmak karşılığında tarihin en büyük fidyesini (5 metre eninde, 7 metre boyunda, 2.5 metre yüksekliğinde bir odayı dolduracak kadar altını) aldıktan sonra, sözünü tutmayarak Atahualpa’yı öldürdü. (Tüfek, Çelik ve Mikrop, Jared Diamond; Tübitak Popüler Bilim Kitapları).
Peki bütün bunlar nasıl oldu da olabildi?!! 168 kişilik bir grup nasıl oldu da 80.000 kişilik bir orduyu yendi; o orduya kumanda eden imparatoru esir alabildi?
İspanyol görgü tanıklarının yazdıklarına göre; Pizzaro Cajamarca’lı yerlilerden bilgi almak için onlara işkence yapmış ve Atahualpa’nın kendisini Cajamarca’da beklediğini ve kuvvetlerinin sayısını öğrenmişti. Cajamarca’ya geldiğinde de, Atahualpa’nın habercisine “Hükümdarınıza söyle, buraya ne zaman isterse, nasıl, ne şekilde isterse gelsin, onu bir dost ve kardeş olarak karşılayacağım. Çabuk gelmesi için dua ediyorum çünkü onu görmek istiyorum. Hiçbir zarar ya da hakarete uğramayacak”  demişti. Atahualpa Pizzaro’dan dostluk, kardeşlik ve hasretle beklendiği haberlerini almıştı habercisi aracılığıyla.
Yerliler sayıca ispanyollardan çok üstündü; ancak İspanyolların da yerlilerden farklı olarak atları, çelik kılıçları, kesici silahları ve tüfekleri vardı. Yerliler, atları ve bütün bu silahları tanımadıkları gibi; bunlara karşı taş, bronz ya da tahtadan silahlarla ve yorganımsı zırhlarla mücadele ediyorlardı. Silah ve donanım bakımından bir eşitsizlik vardı.
Fakat bana öyle geliyor ki asıl eşitsizlik sayıda ya da silahta değildi. Çünkü sayı yeterli olsa idi 168 adamı 80.000 adam, topu tüfeği de olsa, tükürüğüyle bile boğabilirdi. Ama, anlaşılan, asıl ahlâken bir eşitsizlik vardı Atahualpa ile Pizzaro arasında. Ya da yerliler ile İspanyollar arasında, ne derseniz deyin artık. “Âlemi nasıl bilirsiniz/Kendim gibi” lafı ne güzel anlatır bunu. Atahualpa, Pizzaro’nun sözüne güvenmiş, “bir dost ve kardeş olarak karşılanacağı”na inanarak gelmiştir alana. Çünkü Atahualpa verilen/söylenen bir sözün tutulduğu bir kültürden gelmektedir. Onun kültüründe “seni bir dost ve kardeş olarak hasretle bekliyorum”demek ve sonra sırtından hançerlemek yoktur anlaşılan. Olsaydı, en ufacık bir kuşkusu olsaydı, henüz iki savaş atlatmış bir imparator olarak, birtakım önlemler alırdı. Başka türlü olamazdı. Öte yandan, Pizzaro başka türlü bir kültürden gelmektedir. Bir yandan dostluk kardeşlik ve hasretle beklediği haberleri gönderirken; öte yanda sinsi planlar yapmakta, silahlı adamlarını Atahualpa’nın geleceği alanın dört bir yanına saklamakta sakınca görmeyen; bütün bunları planlayabilen/düşünebilen bir kültürden. Nitekim Atahualpa geldiğinde aniden saldırı emri vererek, bunu hiç beklemeyen, dostane bir görüşmeye gelmiş olan İnkaların canına okumuş ve Atahualpa’yı esir almıştır. “Güneş Tanrısı”nın esir alındığını gören İnkalar paniğe kapılarak darmadağın olmuş ve Pizzaro’nun 168 atlısı onların 7000 kadarını tavuk boğazlar gibi boğazlamışlardır.
İnsan tanımadığı şeyler karşısında çaresiz bir varlıktır. Atı tanımıyorsanız, atla yapılabileceklere karşı savunmasız kalırsınız; silahı tanımıyorsanız silahla. Alçaklığı tanımıyorsanız sizi alçaklıktan ne koruyabilir? Atahualpa ve adamlarını Pizzaro’dan ne koruyabilirdi?
Kötü değilseniz, kötülüğü tanımanız zordur. Yaşla başla filan da ilgili değildir uzun boylu. Deneyimle biraz biraz tanırsınız, çok değil. Alçak değilseniz alçaklığı tanıyamazsınız. Yalan söylemiyorsanız yalanı yemeniz işten bile değildir. Dikkat edin, sosyopatları, yalancıları, üçkağıtçıları en önce kendi türünden olanlar tespit eder dank diye. Hacı hacıyı mekkede... diye giden bir deyiş vardır. Yahut her kuş kendi cinsiyle uçar diye daha ince bir ifade kullanmak da mümkündür.
Tersinden de okunabilir elbet. Hayatınızı bir kıç yalayıcı olarak geçirdi iseniz, insanların onurunu savunmasını, onuru için kimi şeyleri elinin tersiyle itmesini anlayabilir misiniz? Ya pire için yorgan yakmasını! Bir idare-i maslahatçı, ilkeli bir duruşu; duruma manzara koymayı kavrayabilir mi? Kariyerinizi üstlerinizin çantasını taşıyarak yaptıysanız, onları hiç çekincesiz eleştirebilen biri size inanılmaz gelmez mi?
Sözün kısası; tanımadığınız şeyi anlamanız zordur. Zordur yani!

Hiç yorum yok: