13 Ekim, 2010

KOLTUĞUN KENARINA DAYANARAK DÜŞÜNMEK

Cem Yılmaz daha yeni yeni ünleniyordu. Televizyonda bir söyleşi yapmışlardı kendisiyle. İnsanların, söylediği kimi şeyler için, kendisine "Bunu neye dayanarak söylüyorsun?" dediklerini anlattı.  "Koltuğun kenarına dayanarak söylüyorum" diye devam etti.Geyik olsun diye söylediklerine kanıt sorulmasıyla dalga geçiyordu; bayılmıştım.

Güzel yurdumun insanı , okumuşlarının çoğu dahil, "koltuğun kenarına dayanarak" konuşuyor! Ben, naçizane, buna "elini çenesine dayayıp, uzun uzun ve derin derin düşünmek" diyorum. Böyle "koltuğun kenarına dayanıp, elini çenesine dayayarak uzun uzun ve derin derin düşünmek" suretiyle her şeyi anlayabileceğini, kavrayabileceğini, her konuda fikir beyan edebileceğini sanan bir büyük çoğunluk var. 

Ben paleontologum, bilenler bilir. İnsanlarla karşılaşıyorum. Yahut mesleğimi bilenler özellikle birileriyle tanıştırıyorlar beni. Evrim mevzuu konuşuluyor. Ve neredeyse şaşmaz bir biçimde biri başlıyor: "Evrim teorisi (ki teori olmaktan çıkalı çok oluyor, malum!) bir safsata. Geçiş formları yok. Nerede geçiş formları?" Ben de diyorum ki "Ama nasıl olur, ben geçiş formlarını bizzat kendim, mikroskopta gördüm." Çünkü benim uzman olduğum foraminifer grubu mikroskobik hayvanlardır ve hakikaten araziden toplamış, laboratuarda ayıklamış, mikroskopta incelemiş olduğum fosiller arasında geçiş formlarını gözlerimle görmüşümdür; pek çok başka fosil grubunu çalışan başka meslektaşlarım gibi. Üstelik doğa tarihi müzeleri de onların fosilleriyle doludur. Ama asıl mesele onların ne dediklerini bilmiyor olmalarıdır tabii. Bu konuda doğru düzgün hiç bir şey okumamışlardır. Kulaktan dolma bilgileriyle, hüsnükuruntularını harmanlayıp önüme sürmektedirler. Bir doktor, bir hukukçu, bir gazeteci, bir manav, bir çöpçü, bir mühendis ve bir ev kadını da size kolaylıkla kendi uzmanlık alanıyla ilgili benzer hikayeler anlatabilir. Hiç şüphe etmiyorum.
Bir konuda, herhangi bir konuda, "fikir sahibi olabilmek için, önce bilgi sahibi olmak" gerekiyor. Evrim konusu sadece bir örnek; benim yakından bildiğim, sıkça yaşadığım bir örnek. Ama bu "koltuğun kenarına dayanarak konuşma" ve "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma" tutumu moral bozacak ölçüde yaygın.

İyi de, diyeceksiniz, eğitim sisteminin bu halde olduğu; bir kitabın ortalama 2000 tane basıldığı ve onların da satılamadığı; okumuşu dahil, herkes cahil kalsın diye bunca "önlemin" alındığı bir ülkede ne bekliyorsun başka? Ne bileyim. Belki şunu: Hani Ahmet İnam hoca diyor ya; " Dünya zalimlerin dünyası ise, biz mazlumların yoksulluğumuzu gidermekteki tembelliğimizdendir" diye. Bizim hiç mi suçumuz yok diye düşünüyorum elimde olmadan. Koşullar böyleyse, bizim onları kayıtsız şartsız kabul etmemiz ve koltuğa yayılıp kenarına dayanarak mı konuşmamız gerekir habire? Ne dersiniz?

Hiç yorum yok: