11 Ekim, 2010

DÖRTNALA DUYMAK VE DÜŞÜNMEK LAZIM - Ahmet İnam

“Yaşayışımın yoksuluyum” ne demek? Çorak yaşıyorum demek. Kuru. Tatsız. Renksiz. Heyecanları sönük. Yaşayışıma sahip çıkamıyorum, demek. Kendimin yoksuluyum. Bütün bunlar bende yok, varsa da eksik, yetersiz. Yaşayışım yetmiyor bana. Sınırlarımın, duvarlarımın ötesinde “hayatlar” var. Duyuyorum. Ulaşamıyorum. Eriştiğimde coşacağım bilgiler, bakış biçimleri; algılama, düşünme, duyumsama yolları var, erişemiyorum. Yaşayışımın yoksulluğu için için acıyla yaşanıyor. Hiçbir dernek, sendika ya da örgüt bu temel yoksulluğuma eğilmiyor. “Asgari” ücretimle uğraşılıyor, “asgari” yaşayışımla ilgilenilmiyor. Aklımız, paraya, siyasete, futbola, günlük yaşayışın çıkarlarımızla ilgili birçok yanına eriyor. Aklımız “Yaşayışımıza” pek ermiyor. Nasıl yaşayacağım? Nasıl güzel yaşayacağım? Asıl soru, bu ikincisi. Nasıl ezmeden, ezilmeden, hak yemeden, karşımdaki insanın yüzünü yok saymadan yaşayacağım. Güzel: Hem etik, hem estetik anlamda. Estetik yaşayış pek kavranamıyor. Şarkı söylemek, resim yapmak, şiir yazmak... İşte güzel yaşayış! “Güzel” hayata belli bir “duruş”tan kaynaklanıyor. Böylesi bir tavır, bir tutum gerçekleştirilemedikçe, güzeli “memur sanatçı”, “memur okuyucu”,  “memur duygulanıcı” yaklaşımıyla aramanın anlamı yok. “Güzel” lezzetli bir yiyeceğin vereceği bir “haz” değil, “Güzel”, gerçekleştirilecek bir çaba! Bir iş. Bir ürün. Emek isteyen bir uğraş. Güzel yoksulu olduğumuzu duymakla başlıyor. Zengin bir hayat var. Birçok hayatlar. En azından iki boyutuyla: İlki, “mikro” boyuttaki hayat: Ayrıntılar ve incelikler ağı. Farkına varamadığımız ne kadar çok incelik var! Eşyada örneğin. Bizi ilgilendiren, kullanabileceğimiz, zevkine erişip keyfini sürebileceğimiz, bizi düşüncelere salabilecek ne denli çok eşya. Ne denli ince kavramlar var. Dilimizin incelmesiyle, zenginleşmesiyle yakalanabilecek. (Yabancı dil öğrenmenin, kaba dil bilinciyle, bizi incelikte zenginleştirmesine olanak yok. Örneklerini görüyoruz. Görebiliriz!...) İnce duyma, ince düşünme, ince yaşama mikro düzeyde “zenginlik” “çoğulluk” anlamına geliyor. Makro düzeyde ise, geniş bakabilme, derinlikleri, ayrıntıları kavrama, alternatifleri görebilme gibi özellikler taşıyor. Genel kavramlarla, soyut düşünebilme gücü önemli bu düzeyde. Zengin yaşama bir kültür sorunu. Bir yaşam biçimini öğrenebilme uğraşı. Henüz insanların buna zamanı yok. Alt yapı sorunlarını çözmüş kimi ülkeler, zengin yaşamayı arıyorlar, gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Sanatın bu çabada kaçınılmaz bir yeri var. Belli bir biçimde gerçekleştirilen felsefenin. Belki, inanç sistemlerinin de katkısı oluyordur. Doğayla, bunca bilgi birikimiyle karşı karşıya kalan, toplumsal yaşayışını, birey-toplum, toplum-toplumlar düzeylerinde anlamlı biçimde gerçekleştirmeyi arzulayan insan, yaşam yoksulluğunu henüz ekonomik, ekolojik, politik yönleriyle kavrayabiliyor. Düşlerindeki dünyayı gerçekleştirme çabasından “duygu ve düşünce” yoksulluğunun ayırdına varamadığı için, daha çok horlanacaktır. Anlaşmalar yaparak, kanunlar çıkararak, mal alıp mal satarak, üniversite açarak, yemek yiyerek, sevişerek, kitaplar makaleler yazarak durumu çözümleyebileceğini düşünüyor. Yoksuluz, Cemal Süreya usta, hayatımız çok kısa, dörtnala duymak ve düşünmek lazım... Dünya zalimlerin dünyası ise, biz mazlumların yoksulluğumuzu gidermekteki tembelliğimizdendir. (Hayatımızdaki Küçük Şeylere Dair’den)

1 yorum:

Bucera dedi ki...

Dünya zalimlerin dünyası ise, biz mazlumların yoksulluğumuzu gidermekteki tembelliğimizdendir.

İnsanın kafasına balyoz gibi inen son cümle.