Bilişsel uyumsuzluk psikoloji literatürüne Leon Festinger nam bir bilim kişisi tarafından kazandırılmış bir kavramdır. Öz olarak birbiriyle çelişen iki “biliş”i aynı anda yaşamanın yarattığı gerilim ve bu gerilimi çözme çabasıyla ilgilidir; biz güzel dilimizde buna “Kimse ayranım ekşi demez!” diyoruz. Diyelim ki sigara içiyorsunuz ve aynı zamanda sigara içmenin sağlığınıza feci şekilde zararlı olduğunu biliyorsunuz. “Sigara içmek sağlığa zararlıdır” ve “ben zeki ve makul bir insanım ve bile bile zararlı bir şeyi yapmam” şeklinde, nur topu gibi iki bilişiniz oldu değil mi? Bu iki biliş, doğal olarak, çelişiyor. Çelişince sinirinizi bozuyor, huzurunuzu kaçırıyor. Rahatsız oluyorsunuz. Bu durumda sigarayı bırakmanız en doğrusu gibi görünüyor ama yapamıyorsunuz. Ne yapıyorsunuz o zaman? Sigara içmenin öyle söylendiği kadar kötü bir şey olmadığına ya da sigara içme riskine girebileceğinize; çünkü sigara içmenin geriliminizi azalttığına ve kilo almanıza engel olduğuna (ne de olsa şişmanlık da sağlık için önemli bir risktir ve gerilimin hastalıkların oluşumunda önemli bir etken olduğunu çocuklar bile bilir!) vs. kendinizi inandırarak hissettiğiniz bilişsel uyumsuzluğu azaltıyorsunuz. Hem sigara içmeye hem de zeki ve makul bir insan olmaya değilse de olduğunuza inanmaya devam ediyorsunuz. Bilişsel uyumsuzluk kısaca budur.
Ama asıl önemli soru şudur: Bilişsel uyumsuzluk hissetmenin mala davara zararı var mıdır? El cevap: Vardır! Hem de çok büyük zararları vardır. Yaptığımız kötü seçimlerde ısrar etmemizin, hatalarımızı kabul etmememizin, asla düşmeyeceğimizi düşündüğümüz durumlara düşmemizin, asla yapmam dediğimiz şeyleri yapmamızın ve buna rağmen bütün bunların olduğunu idrak etmekte direnmemizin sebeplerini bilişsel uyumsuzluk kuramı gayet güzel açıklar.
Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul’da “Birdenbire alçak olmak lazımgelseydi, pek az adam alçak olurdu.” diyor. İşte bu, tam da bilişsel uyumsuzluk kuramının söylediği şey: Küçük adımlar atıyorsunuz alçaklık yolunda ve her defasında “ben kötü bir şey yaptım” ve “ben iyi bir insanım” bilişleri arasındaki uyumsuzluğu hissediyorsunuz. Ve her defasında iyi bir insan olmaya devam ettiğinize, o yaptığınız şeyin o kadar da kötü olmadığına kendinizi inandırıyorsunuz. Ve o küçük adımlar sizi bir alçak olmaya doğru yavaş yavaş taşıyor.
Yapılan deneyler ve gözlemler gösteriyor ki, en büyük yanlışları yapanlar en kuvvetli bilişsel uyumsuzluğu yaşıyorlar ve yaşadıkları uyumsuzluğu gidermek için yanlışın aslında yanlış olmadığına kendilerini inandırmak ihtiyacıyla kıvranıyor; en sonunda yaptıklarının aslında “doğru” olduğuna inanmanın bir yolunu mutlaka buluyorlar. Örneğin işkenceciler böyle uyuyabiliyor geceleri. İlkin kötü bir şey yaptıklarını düşünüyorlar ama kendilerine kötü diyerek yaşamaları mümkün değil! O zaman yaptıklarının iyi bir şey olduğuna inanmalarını sağlayacak yollar arıyorlar: Tamam onlar işkence yapıyorlar ama işkence ettikleri kişiler de vatan haini. Ve vatan hainleri işkenceyi hak eder. Böylece kendilerinin yerine işkence ettikleri kişileri “kötü” ilan ediyor ve artık gittikçe daha ağır işkenceler yapıyorlar. İşkencenin dozunu giderek artırmaları, yaşadıkları bilişsel uyumsuzluğu çözmelerine yarıyor: Vatan hainlerinin canlarına okumak gerekir yoksa vatan elden gider ve kendileri de buna engel olmaya çalışan vatanperverlerdir; o halde o “kötü” insanlar en kötüsünü hak etmişlerdir. Güney Afrika ve Güney Amerika’daki çeşitli ülkelerdeki işkencecilerle görüşmeleri içeren araştırmalar böyle düşündüklerini, kendilerini buna inandırmış olduklarını teyit ediyor.
Bilişsel uyumsuzluk yalnızca işkencecileri vicdan azabı çekmekten kurtarmıyor. İnsana dair olan hiç birimize yabancı olamayacağı ve bilişsel uyumsuzluk da zihnimizin işleyiş biçiminin bir ürünü olduğu için, hepimizin kafasının işleyişinde bu mekanizmaya mutlaka yer olmalı. Nasıl mı? Aşk hayatımızdan iş hayatımıza, alışverişten öğrenime aklınıza gelebilecek bütün alanlarda.
Mesela ben aslında hukuk yahut siyasal bilimler okumak istemiştim ama cilveli kaderin çeşitli hareketleri sonucu jeolojiye girmiştim. Daha birinci sınıfta kendimi bunun benim için en doğrusu olduğuna inandırdım; inanır mısınız? Yıllar sonra çok severek yaptığım işimi değiştirdim bir gaflet anında; yeni işim öylesine berbattı ki kendimi bu işin daha iyi olduğuna inandırmam pek mümkün olamazdı ama şuna inandırdım: Aslında eski işimde kalsam, pek çok şey kaybeder, yeni işimin önümde açtığı olanaklardan mahrum kalırdım (gizli işsizdim ve yaklaşık 8 yılı odamda kitap okuyarak geçirdim). Öyle olduğuna bir ölçüde hala daha inanırım (ve zaten bilişsel uyumsuzluk kuramı da bunu gerektirir). Fakat bilişsel uyumsuzluk kuramı der ki, eğer işimi değiştirmeseydim ve o sevdiğim işte kalsaydım; kalmanın benim için en iyisi olduğuna da aynı şiddetle inanacaktım! Araştırmalara göre her neyi ve/veya kimi seçmişsek, o seçimimizi haklı gösterecek gerekçelere sıkı sıkıya sarılıyor; aksine kanıtları ısrarla görmezden geliyoruz. Buna da kendi kendini haklı çıkarma deniyor. Yani minareyi çalıyoruz, sonra bakıyoruz ki bu bizi hırsız yapar; hemen bir kılıf hazırlıyoruz: Evet minareyi çalmış olabiliriz ve fakat minare de eğriydi; görüntüyü bozuyordu; bize daha çok lazımdı, orda öyle boşuna durmasından iyi bir şeydi bizim almamız vs. vs.
Bilişsel uyumsuzluk hafıza kayıtlarımızda “düzenlemeler yapmamıza”, olanları olduğu gibi değil işimize geldiği gibi anımsamamıza ve geçmişin/olanların hikâyesini yeniden yazmamıza neden oluyormuş inanır mısınız? (Farkındayım bu soruyu ikinci defa soruyorum ama inanılır gibi görünmediğini ben de kabul ediyorum ve evet “hatırladıklarımız” her zaman gerçek değil, pek çok araştırma bunu gösteriyor).
Bilişsel uyumsuzluğun ciddi hasar yarattığı durumlardan biri de ikili ilişkiler. Diyelim ki bir çift ayrıldı. Bakın neler oluyormuş (örnek evli çiftler ve boşanma üzerinden ama pekâla sevgililere de uyarlayabilirsiniz): “Elbette, bazı insanlar mevcut durumun zararlarını ve yararlarını makul bir şekilde değerlendirerek ayrılma kararı alırlar; fakat büyük çoğunluk, bu kararı, ilişkinin tarihini yeniden yazarak ve yaşadıkları bilişsel uyumsuzluğu azaltma çabasıyla; hileli bir şekilde alır. Çiftler, ideallerinden çok uzak olsa bile ilişkilerini sürdürmeye niyetli oldukları sürece, kararlarını destekleyecek yollar kullanarak, yaşadıkları bilişsel uyumsuzluğu azaltırlar: “O kadar da kötü değil.” “Evliliklerin çoğu benimkinden kötü yahut en azından daha iyi değil.” “Evet, doğum günümü unuttu ama beni sevdiğini gösteren başka bir sürü şey yapar.” “Sorunlarımız var evet ama onu seviyorum neticede.” Eşlerden biri veya ikisi birden boşanmayı düşünmeye başladığı zaman, öte yandan, yaşanan bilişsel uyumsuzluğu azaltma çabaları, artık, ayrılma kararını haklı hale getirmeye yönelecektir: “Bizim evliliğimiz bir felâket.” “Çoğu evlilik benimkinden iyi.” “Doğum günümü unuttu; bu beni sevmediği anlamına gelir.” Ve yirmi yahut otuz yıldan sonra, terk eden eşin acımasız sözleri: “Seni asla sevmedim.”
Bu son özel açıklamanın zalimliği, söyleyenin ayrılma kararını haklı gösterme ihtiyacıyla at başı gider. Bariz dış etkenler yüzünden ayrılmak zorunda kalan çiftler (örneğin çiftlerden birinin fiziksel ya da psikolojik tacizde bulunması yüzünden), bu kararlarını haklı hale getirmek için ilave neden bulma ihtiyacı duymayacaklardır. Ne de, nadir de olsa, ayrılık kararının başlangıçta yarattığı acının yerine, eninde sonunda, sıcak arkadaşça duyguları koyarak dostane bir şekilde ayrılan çiftler böyle bir ihtiyaç duyacaklardır. Bu gibi çiftler eski eşlerini kötülemek ve mutlu zamanlarını unutmak ihtiyacı duymazlar; çünkü “İlişkimiz yürümedi.”, “Zaman içinde birbirimizden uzaklaştık.” yahut “Evlendiğimizde o kadar gençtik ki, daha iyisinin olabileceğini bilmiyorduk.” diyebilirler. Fakat boşanma önemli sonuçlara yol açtığı, çok acı verici ve pahalı olduğu ve özellikle de taraflardan birisinin boşanmayı isteyip, diğerinin istemediği zamanlarda, her iki taraf da çok acı veren duygulara kapılacaklardır. Bu çiftler, neredeyse şaşmaz bir şekilde boşanmaya eşlik eden kızgınlık, öfke, incinmişlik ve keder duygularına ilaveten, bir de yaşadıkları bilişsel uyumsuzluğun yol açtığı acıyı yaşayacaklardır. Bu gibi boşanmalara eşlik eden bilişsel uyumsuzluk ve insanların çoğunluğunun hissettikleri uyumsuzluğu azaltmak için başvurdukları yollar, boşanma sonrasında hissedilen düşmanlıkların asıl nedenleri arasındadır.
Eğer terk edilen siz iseniz; “ben iyi bir insanım ve harika bir eş oldum.” ile “Eşim beni terk ediyor. Bu nasıl olabilir?” arasında, benliğinizi paramparça eden bir bilişsel uyumsuzluk hissedebilirsiniz. Kendinizin sandığınız kadar iyi bir insan olmadığınız yahut iyi bir insan olduğunuz ama bayağı kötü bir eş olduğunuz sonucuna varabilirsiniz ama aramızdan çok azımız, yaşadığı bilişsel uyumsuzluğu iğneyi kendine batırarak çözümlemeyi seçer. Yaşadığınız uyumsuzluğu, eşinizin zor ve bencil biri olduğu ama sizin bunu şu ana kadar tam olarak anlayamamış olduğunuza karar vererek azaltmak çok daha kolaydır.
Eğer terk eden siz iseniz, o zaman da, bir zamanlar sevdiğiniz birine çektirdiğiniz acıları haklı hale getirerek, azaltmanız gereken bir bilişsel uyumsuzluk hissedersiniz. Çünkü siz iyi bir insansınızdır ve iyi insanlar bir başkasına acı çektirmezler; o halde eşiniz başına gelenleri hak ediyor olmalıdır, hatta belki de sizin idrak ettiğinizden de fazla. Boşanan çiftleri gözlemleyen insanlar, boşanmayı isteyen tarafın çok mantıksız gibi görünen düşmanca tutumları karşısında şaşkınlığa düşerler; oysa izledikleri, eylem halindeki, bilişsel uyumsuzluğu azaltma çabasıdır.
Bilişsel uyumsuzluk kuramı; boşanma konusunda başlangıçta en büyük kararsızlığı yaşayan yahut tek yönlü olarak aldığı karar yüzünden en büyük suçluluğu duyan tarafın, aynı zamanda ayrılma kararını haklı hale getirmek için en güçlü ihtiyacı duyacak kişi olduğunu da tahmin etmemize olanak verir. Buna karşılık, terk edilen eş de bu denli acımasız ve haksız bir muamele gördüğüne inandığından, yaptığı misillemeleri haklı göstermek için müthiş bir zorunluluk hissedecektir. Her iki tarafın yazdığı yeni hikâye; hem eski eşlerin son zamanlardaki korkunç davranışları hem de hikâyeyi teyit edecek anılar tarafından desteklenir ve eski eş tamamen kötü bir insan olarak görülmeye başlanır. Kendi kendini haklı çıkarma süreci boyunca, kararsızlık kararlılığa, suçluluk öfkeye evrilir. Aşk hikâyesi biter, nefretin kitabı yazılmaya başlanır.” (Benim Hatam Değil, Carol Tavris & Elliot Aronson, Kuraldışı Yayınları)
Bilişsel uyumsuzluk kuramı hepimizin yaptığı; kendimizde değil ama başkalarında apaçık gördüğümüz ve anlamakta zorlandığımız şeylerin (1) bizde de, şu ya da bu ölçüde, aynen var olduğunu ve (2) olmayacak görünen işlerin küçük adımlar halinde ve her adımda kendimizi haklı çıkararak nasıl gerçekleştiğini anlamamızı sağlar. Ancak bu durumu anlarsak ve bilişsel uyumsuzluk yaşadığımız durumların farkına varıp, önlemli davranırsak, yaratacağı hasarlardan kendimizi ve başkalarını esirgeyebiliriz. Peki şart midur? Yoo, bunca zaman kendi kendimizi haklı çıkararak ve bilişsel uyumsuzluk nedir bilmeden “mutlu – mesut” yaşayıp gitmişken, “huzurumuzu” bozmayıp aynen devam edebiliriz. Ne demişler: Cehalet mutluluktur!