İşte o sırada tilki geldi.
- Günaydın, dedi.
Çevresine bakıp kimseyi göremeyen Küçük Prens:
- Günaydın dedi tatlı bir sesle.
- Buradayım, dedi ses, elma ağacının altında.
- Kimsin sen? dedi Küçük Prens. Güzelliğine diyecek yok.
- Ben tilkiyim.
- Gel oynayalım, çok üzgünüm.
- Seninle oynayamam, evcil değilim.
- Kusuruma bakma, dedi Küçük Prens.
Biraz düşündükten sonra ekledi:
-“Evcil” ne demek?
- Buralı değilsin besbelli, ne arıyorsun burada?
- İnsanları arıyorum. “Evcil” ne demek?
- İnsanlar, dedi tilki, insanların tüfekleri vardır. Ava çıkarlar. Hepimizin rahatını kaçırırlar. Bir de kümeslerde tavuk beslerler. Başka dertleri yoktur. Yoksa piliç mi arıyorsun.
- Hayır, dost arıyorum. “Evcil” ne demek?
- Artık kimselerin umursamadığı bir geleneğin gereği. Türlü ilgiler kurmak demektir.
- “İlgiler kurmak” mı?
- Evet. Sözgelimi sen benim için şimdi yüzbinlerce oğlandan birisin. Ne senin bana bir gereksinmen var, ne de benim sana. Ben de senin için yüzbinlerce tilkiden biriyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimize gereksinme duyarız. Sen benim için dünyada bir tane olursun, ben de senin için.
- Biraz biraz anlıyorum, dedi Küçük Prens, bir çiçek var. Galiba beni evcilleştirdi.
- Olabilir, dedi tilki, dünyada neler olmuyor ki!
- Ama bu dediğim Dünya’da olmadı!
- Yoksa başka gezegende mi?
- Evet.
- O gezegende avcı var mıdır?
- Yok.
- Bak, bu çok ilginç. Peki ya piliç?
- Yok.
- Hiçbir şey tam istendiği gibi olmuyor, dedi tilki içini çekerek.
Ama hemen konuya döndü:
- Hayatımda hiç değişiklik olmaz. Ben piliçleri avlarım, insanlar beni avlar. Bütün piliçler birbirine benzer, bütün insanlar da. Doğrusu epey sıkıcı. Ama beni bir evcilleştirsen hayatım günlük güneşlik oluverir. Öteki ayak seslerinden apayrı bir ayak sesi tanırım. O sesler korkuyla kovuğuma kaçırtır beni, seninkiyse tatlı bir ezgi gibi yeraltından çağıracaktır. Bak, ötedeki buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğdayın önemi yok benim için. Buğday tarlaları bana bir şey demiyor. Bu, çok acı, ama senin saçın altın renginde. Beni evcilleştirsen ne iyi olurdu, bir düşün. Altın rengindeki başaklar seni anımsatacak artık. Başaklardaki rüzgârı dinlemek güzel gelecek.
Tilki sustu ve uzun bir süre Küçük Prens’i süzdü:
- Ne olursun evcilleştir beni, dedi.
- Çok isterdim, ama vaktim az. Dostlar edinmeli, yeni şeyler tanımalıyım.
- Yalnız evcilleştirdiğin şeyleri tanıyabilirsin, dedi tilki, insanların tanımaya ayıracak zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkânlardan. Ama dost satan dükkânlar olmadığı için dostsuz kalıyorlar. Dost istiyorsan, beni evcilleştir işte…
- Evcilleştirmek için ne yapmalıyım?
- Çok sabırlı olmalısın. Önce benden biraz ötede çimenlerin arasında oturacaksın. Şöyle. Ben seni göz ucuyla süzeceğim, sen ağzını açmayacaksın. Çünkü sözcükler yanlış anlama kaynağıdır. Her gün biraz daha yakınımda oturursun…
Ertesi gün Küçük Prens yine geldi.
- Hep aynı saatte gelsen daha iyi olur, dedi tilki, sözgelimi öğleden sonra saat dörtte gelecek olsan, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Her geçen dakika mutluluğum artar. Saat dört dedi mi meraktan yerimde duramaz olurum. Mutluluğumun armağanını bulup çıkarırım. Ama gelişigüzel gelirsen içimi sana hangi saatte hazırlayacağımı bilemem. Ayinsiz olmuyor.
- Ayin nedir?
- O da artık kimsenin umursamadığı bir gelenek. Bir günü öbür günlerden, bir saati öbür saatlerden ayırır. Sözgelimi peşimdeki avcıların bir ayinleri var. Her perşembe, köylü kızlarla dans ederler. Bu yüzden perşembe benim için eşsiz bir gündür! O gün bağlara kadar uzanırım. Avcılar belirsiz günlerde dans etselerdi, bütün günler birbirine benzeyecek, ben de hiç keyif çatamayacaktım.
Küçük Prens tilkiyi evcilleştirdi. Ayrılık saati yaklaşınca tilki:
- Ah, dedi, gözyaşlarımı tutamayacağım.
- Suç sende, dedi Küçük Prens. Sana kötülük etmeyi düşünmemiştim, kendin istedin evcilleşmeyi.
- Orası öyle.
- Öyleyse bundan bir kazancın olmadı!
- Oldu, oldu, dedi tilki, başak tarlaları meselesi…
Sonra da ekledi:
-Git, bir daha bak güllere. Seninkinin eşsiz olduğunu anlayacaksın. Sonra gel helâllaşalım; sana bir sır vereceğim.
Küçük Prens güllere bir daha bakmaya gitti:
- Siz benim gülüme hiç mi hiç benzemiyorsunuz. Şimdilik değersizsiniz de. Ne sizi evcilleştiren olmuş, ne de siz kimseyi evcilleştirmişsiniz. Tilkim eskiden nasıldı, öylesiniz. O da önceleri tilkilerden bir tilkiydi. Ama ben onu dost edindim, şimdi dünyada bir tane.
Güller güç duruma düşmüşlerdi.
- Güzelsiniz ama boşsunuz, diyeekledi. Kimse sizin için canını vermez. Buradan geçen herhangi bir yolcu benim gülümün size benzediğini sansa bile, o tek başına topunuzdan önemlidir. Çünkü üstünü camekânla örttüğüm odur, rüzgârdan koruduğum odur, kelebek olsunlar diye bıraktığımız tırtılların dışındakileri, uğruna öldürdüğüm odur. Yakınmasına, böbürlenmesine, susmasına kulak verdiğim odur. Çünkü benim gülümdür o.
Sonra tilkiyle buluşmaya gitti:
- Hoşça kal, dedi.
- Hoşça git, dedi tilki. Vereceğim sır çok basit: İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.
Küçük Prens unutmamak için tekrarladı:
- Gerçeğin mayası gözle görülmez.
- Gülünü bunca önemli kılan, uğrunda harcadığın zamandır.
Küçük Prens unutmamak için tekrarladı:
- Uğrunda harcadığım zamandır.
- İnsanlar bu gerçeği unuttular, sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeyden her zaman sen sorumlusun. Gülünden sen sorumlusun…
Küçük Prens unutmamak için tekrarladı:
- Gülümden ben sorumluyum.
(Küçük Prens – Antoine de Saint-Exupéry; çevirenler: C. Süreya – R. Tomris, Bilgi Yayınevi, 1965)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder