Gülten Akın’la “tanışmamız” şöyle oldu: Yirmi yıl kadar önceydi. Oturmuş Sadık Gürbüz dinliyorduk ve çok güzel bir şarkı vardı albümde; “Darıdan ufağım da dünya sığar içime/Dünyalara sığamam sığamam oğul” diye başlayan bir şarkı. Harikuladeydi sözler. Albümün kapağına bakınca, bu sözlerin Gülten Akın’a ait olduğunun, dolayısıyla Gülten Akın’ın varolduğunun farkına varmış oldum. Bunalan Ozan İlahi’siydi söylenen. Gülten Akın o gün hayatıma girdi.
İyi ki öyle oldu. O gün
bu gündür okurum Gülten Akın’ı. Okumaya doyamam. Kimi şiirlerini yüzlerce kere
okumuş olmalıyım ama tuhaftır, hiçbirini ezbere bilmem. Kimi zaman onun
şiirlerinden seçmeler yapıp sokaklarda insanlara dağıtmak arzusuna kapılırım;
benim hayatımı güzelleştirdikleri gibi, başkalarınınkini de güzelleştirsinler
diye. Çünkü tuhaf bir şekilde, şiir seven insanların bile –en azından benim
tanıdıklarımın- önemlice bir bölümü bilmez Gülten Akın’ı. “Yağmur yağar
akasyalar ıslanır / Bulutlar uçuşur geceleyin / Ben yağmura deli buluta deli /
Bir büyük oyun yaşamak dediğin / Beni ya sevmeli ya öldürmeli / ... Yitirmeli
büyük yolların birinde ne varsa / Böcekler gibi başlamalı yeniden” dersiniz,
“Aaaa Sezen Aksu’nun şarkısı değil mi?” cevabı alır ve kederlenirsiniz.
Kimi zaman yapayalnız hissedersiniz kendinizi ve ordadır
“Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya / Kalın fırçalarını
kullanarak geçiyorlar / evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya” der.
Tam siz hesaplaşırken
kendinizle ve geçmişinizle “Doğduğum kente gittimdi, bazı pasları silmeye /
yerinde görmeye bazı taşları, bazı oyukları v.b. / Saçlarımı uzun tuttumdu bir
ağırlık olsun diye” diyerek yanınızda durur.
Sokaklarda mendil
satan/dilenen çocukları, çöpleri karıştıran, anneniz/babanız olabilecek yaşta
insanları görür; insanlığınızdan utanırsınız; ordadır: “Kötü mü yoksul mu biri / Tutsak mı bizim
yüzümüzden / Biri kardeşini vurduysa sebepsiz / Çaldıysa bizim yüzümüzden” der
size; utancınız değilse de yalnızlığınız azalır.
“Bazı adamların aşk / Bazı
kadınları sokaklardan çekip alması karanlığa / Bazı kadınların aşk / Üşüyen
burnunun kulağının / Parmak ucunun göz kapağının / Öpüle hohlana ısıtılması /
... Ama dışarda yağmur var / Bir yaz sonu sıcağına karşı / Ama dışarda toprak
serin / - Taze bulgur pilavı kokulu- / Ama dışarda – Ben anlatamam- /
Tutabilseniz bir dönemezsiniz” der ve size diyecek hiçbir şey kalmadı duygusuna
kapılırsınız. Üstüne ekler: “Onlar / Yalın kat adamlar kalabalık adamlar / En
yalnız kadınlara söz arasında / Ya da boş gözleriyle aralıksız / En kötü
sevgilerini sunuyorlar / -Bana gel sonra git bana gel”. Sonra teselli eder
sizi: “Kötü bir gündüze karşılık / Tanrının her akşamüstü / Tutsak pazarından
eski çirkin / Başımı alır gelirim... Bir karanfil mi, ben alır size veririm”.
Kendinizden,
tercihlerinizden, yaptıklarınızdan ve yapmadıklarınızdan; her şeyinizden
kuşkuya kapıldığınızda “Kaçıp sevgilerin korkunç tuzaklarından / Kaçıp ana
olmaklardan eş olmaklardan / Kentlerdeki yadırgı pabuçlu yalnızlığa /
Dağlardaki kırmızı ışığa varıldı” dizelerini okumak iyi gelir.
“Ellerim tutmanın elleri
gözlerim bakmanın / Benim değil ayaklarım yürümenin / Solumaya bir yerlerim
sevmeye başkası / Ben yaşamanın olmalıyım öyleyse, değilim” dersiniz ve olmaya
bakarsınız bazan. Ve olurken/olmaya çalışırken de yanınızdadır ve
cesaretlendirir sizi: “Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi / Bişeycik olmadı –
Deneyin lütfen- ... Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi / Bir yaşantı ile
karşılayanlara / Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum”
“Adam senin böyle ilk
gündüzden / Sulayıp biçtiğin çayır çimen/ Üç güne kalmaz tazelenir / Adam senin
böyle kuşluk vakti / Ürküttüğün serçeler –iş olsun- / Akşama kalmaz unutulur/
Benim bir nokta kırılmışlığım / Gözlerimin ardında büyür durur” diyesiniz gelir; ne diyeceğinizi bulamazsınız ve o
sizin yerinize çoktan söylemiştir.
Hayal kırıklığına
uğrarsınız aşkta; “Bana yaşadığı kentin kumunu gönderen / bir sevgilim vardı /
bense merak ederdim hep oranın rüzgarını/ ...
Paylaştığımız kentler oldu sonra / rüzgar usta ben acemi / esti geçti
bir hışımla geldi geçti / kum doldurdu gözlerimi” diyerek sizi size anlatır.
Günün birinde bir
edebiyat dergisinde Sezen Aksu için yazılmış bir yazıda şu sözleri okurken
içiniz sızlar elde olmadan “Kadınlar vardı, erkeklerin anlattıkları kadınlar.
Erkeklerin duyguları da vardı, aşkları, iştahları... Kadınlar zaten yoktular!
Zaten çok kadın kahramanımız da yoktu, gerçek bir ozanımız mesela. Serçe Ozan’a
kadar” (Yalnız avlanan tanrıça, Aycan Saroğlu, Picus, Ağustos 4004, 78-79). Herhalde, Deli Kızın Türküsü’nü “Serçe Ozan”
yazdı sanmaktadır bunları yazan.Ve tümden habersiz olmalıdır büyük ozan Gülten
Akın’dan.
Gülten Akın “ Neyi ki yapmış, bütün yüreğiyle, bedeniyle,
içtenliğiyle yapmış” biridir. “Örneğin,
keşke bu dizeleri Murathan Mungan değil
de, ben yazsaydım: “Bazı sözler karanlıkta söylenir / Bazı sözler hiçbir
zaman”. Hani değiştokuş mümkün olsa, ben bütün şiirlerimi versem; o, bu iki
dizeyi verse..” diyecek yücegönüllülüğü gösterebilmiştir kimsenin kimseyi kolay
kolay beğenmediği; beğense bile bunu ifade etmediği bu topraklarda.
Bu yıl TÜYAP Kitap
Fuarı’nın Onur Yazarı. “Bir dileğimiz var: Hayatımızı ve dünyayı değiştirmek.
Bu dileğimizde yalnız değiliz, gittikçe genişleyen bir kitle var bizimle. Dünya
giderek yaşanmaz oldu. Kan, acı ve gözyaşı sızdırıyor durmadan. Bu kabusun
artık tümüyle bitmesini istiyoruz. Bizim silahımız yok. Silahın ve kötüye
kullanılan paranın sesinden nefret ediyoruz. Bizim salt kalemimiz, kitaplarımız
var” diyor. Yanında duruyoruz. O bizim ozanımız, elli yılı aşkındır, hep öyle
kalacak. İyi ki var. Varlığı hayatlarımıza güzellik katıyor.
(Bu yazı 2004 yılında, yazıldı, Radikal İki'de yayınlandı. Radikal arşivi Murat Sevinç'in deyişiyle "Lümpen tüpçü burjuvazi, binlerce yazılık ‘arşivi yok ettiği’ için artık okunamıyor ne yazık ki." Burada dursun.
Fotoğraf da yıllar önce, Salihli Şiir İkindileri'nde çekildi.)