24 Ocak, 2024

“YAŞLANMAYAN BİR KADINA TÜRKÜ”


Gülten Akın’la  “tanışmamız” şöyle oldu: Yirmi yıl kadar önceydi. Oturmuş Sadık Gürbüz dinliyorduk ve çok güzel bir şarkı vardı albümde; “Darıdan ufağım da dünya sığar içime/Dünyalara sığamam sığamam oğul” diye başlayan bir şarkı. Harikuladeydi sözler. Albümün kapağına bakınca, bu sözlerin Gülten Akın’a ait olduğunun, dolayısıyla Gülten Akın’ın varolduğunun farkına varmış oldum. Bunalan Ozan İlahi’siydi söylenen. Gülten Akın o gün hayatıma girdi.

 

İyi ki öyle oldu. O gün bu gündür okurum Gülten Akın’ı. Okumaya doyamam. Kimi şiirlerini yüzlerce kere okumuş olmalıyım ama tuhaftır, hiçbirini ezbere bilmem. Kimi zaman onun şiirlerinden seçmeler yapıp sokaklarda insanlara dağıtmak arzusuna kapılırım; benim hayatımı güzelleştirdikleri gibi, başkalarınınkini de güzelleştirsinler diye. Çünkü tuhaf bir şekilde, şiir seven insanların bile –en azından benim tanıdıklarımın- önemlice bir bölümü bilmez Gülten Akın’ı. “Yağmur yağar akasyalar ıslanır / Bulutlar uçuşur geceleyin / Ben yağmura deli buluta deli / Bir büyük oyun yaşamak dediğin / Beni ya sevmeli ya öldürmeli / ... Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa / Böcekler gibi başlamalı yeniden” dersiniz, “Aaaa Sezen Aksu’nun şarkısı değil mi?” cevabı alır ve kederlenirsiniz. 

 

Kimi zaman  yapayalnız hissedersiniz kendinizi ve ordadır “Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya / Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar / evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya” der.

 

Tam siz hesaplaşırken kendinizle ve geçmişinizle “Doğduğum kente gittimdi, bazı pasları silmeye / yerinde görmeye bazı taşları, bazı oyukları v.b. / Saçlarımı uzun tuttumdu bir ağırlık olsun diye” diyerek yanınızda durur.

 

Sokaklarda mendil satan/dilenen çocukları, çöpleri karıştıran, anneniz/babanız olabilecek yaşta insanları görür; insanlığınızdan utanırsınız; ordadır:  “Kötü mü yoksul mu biri / Tutsak mı bizim yüzümüzden / Biri kardeşini vurduysa sebepsiz / Çaldıysa bizim yüzümüzden” der size; utancınız değilse de yalnızlığınız azalır.

 

“Bazı adamların aşk / Bazı kadınları sokaklardan çekip alması karanlığa / Bazı kadınların aşk / Üşüyen burnunun kulağının / Parmak ucunun göz kapağının / Öpüle hohlana ısıtılması / ... Ama dışarda yağmur var / Bir yaz sonu sıcağına karşı / Ama dışarda toprak serin / - Taze bulgur pilavı kokulu- / Ama dışarda – Ben anlatamam- / Tutabilseniz bir dönemezsiniz” der ve size diyecek hiçbir şey kalmadı duygusuna kapılırsınız. Üstüne ekler: “Onlar / Yalın kat adamlar kalabalık adamlar / En yalnız kadınlara söz arasında / Ya da boş gözleriyle aralıksız / En kötü sevgilerini sunuyorlar / -Bana gel sonra git bana gel”. Sonra teselli eder sizi: “Kötü bir gündüze karşılık / Tanrının her akşamüstü / Tutsak pazarından eski çirkin / Başımı alır gelirim... Bir karanfil mi, ben alır size veririm”.

 

Kendinizden, tercihlerinizden, yaptıklarınızdan ve yapmadıklarınızdan; her şeyinizden kuşkuya kapıldığınızda “Kaçıp sevgilerin korkunç tuzaklarından / Kaçıp ana olmaklardan eş olmaklardan / Kentlerdeki yadırgı pabuçlu yalnızlığa / Dağlardaki kırmızı ışığa varıldı” dizelerini okumak iyi gelir.

 

“Ellerim tutmanın elleri gözlerim bakmanın / Benim değil ayaklarım yürümenin / Solumaya bir yerlerim sevmeye başkası / Ben yaşamanın olmalıyım öyleyse, değilim” dersiniz ve olmaya bakarsınız bazan. Ve olurken/olmaya çalışırken de yanınızdadır ve cesaretlendirir sizi: “Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi / Bişeycik olmadı – Deneyin lütfen- ... Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi / Bir yaşantı ile karşılayanlara / Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum”

 

“Adam senin böyle ilk gündüzden / Sulayıp biçtiğin çayır çimen/ Üç güne kalmaz tazelenir / Adam senin böyle kuşluk vakti / Ürküttüğün serçeler –iş olsun- / Akşama kalmaz unutulur/ Benim bir nokta kırılmışlığım / Gözlerimin ardında büyür durur” diyesiniz  gelir; ne diyeceğinizi bulamazsınız ve o sizin yerinize çoktan söylemiştir.

 

Hayal kırıklığına uğrarsınız aşkta; “Bana yaşadığı kentin kumunu gönderen / bir sevgilim vardı / bense merak ederdim hep oranın rüzgarını/ ...  Paylaştığımız kentler oldu sonra / rüzgar usta ben acemi / esti geçti bir hışımla geldi geçti / kum doldurdu gözlerimi” diyerek sizi size anlatır.

 

Günün birinde bir edebiyat dergisinde Sezen Aksu için yazılmış bir yazıda şu sözleri okurken içiniz sızlar elde olmadan “Kadınlar vardı, erkeklerin anlattıkları kadınlar. Erkeklerin duyguları da vardı, aşkları, iştahları... Kadınlar zaten yoktular! Zaten çok kadın kahramanımız da yoktu, gerçek bir ozanımız mesela. Serçe Ozan’a kadar” (Yalnız avlanan tanrıça, Aycan Saroğlu, Picus, Ağustos 4004, 78-79).  Herhalde, Deli Kızın Türküsü’nü “Serçe Ozan” yazdı sanmaktadır bunları yazan.Ve tümden habersiz olmalıdır büyük ozan Gülten Akın’dan.

 

Gülten Akın  “ Neyi ki yapmış, bütün yüreğiyle, bedeniyle, içtenliğiyle yapmış” biridir.   “Örneğin, keşke bu dizeleri  Murathan Mungan değil de, ben yazsaydım: “Bazı sözler karanlıkta söylenir / Bazı sözler hiçbir zaman”. Hani değiştokuş mümkün olsa, ben bütün şiirlerimi versem; o, bu iki dizeyi verse..” diyecek yücegönüllülüğü gösterebilmiştir kimsenin kimseyi kolay kolay beğenmediği; beğense bile bunu ifade etmediği bu topraklarda.

 

Bu yıl TÜYAP Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı. “Bir dileğimiz var: Hayatımızı ve dünyayı değiştirmek. Bu dileğimizde yalnız değiliz, gittikçe genişleyen bir kitle var bizimle. Dünya giderek yaşanmaz oldu. Kan, acı ve gözyaşı sızdırıyor durmadan. Bu kabusun artık tümüyle bitmesini istiyoruz. Bizim silahımız yok. Silahın ve kötüye kullanılan paranın sesinden nefret ediyoruz. Bizim salt kalemimiz, kitaplarımız var” diyor. Yanında duruyoruz. O bizim ozanımız, elli yılı aşkındır, hep öyle kalacak. İyi ki var. Varlığı hayatlarımıza güzellik katıyor.


(Bu yazı 2004 yılında, yazıldı, Radikal İki'de yayınlandı. Radikal arşivi Murat Sevinç'in deyişiyle "Lümpen tüpçü burjuvazi, binlerce yazılık ‘arşivi yok ettiği’ için artık okunamıyor ne yazık ki." Burada dursun.

Fotoğraf da yıllar önce, Salihli Şiir İkindileri'nde çekildi.)


Hiç yorum yok: